Konya Ören Yerleri



Sille Aya-Elena Kilisesi


Sille, Konya İli, Selçuk İlçesi'ne bağlı, kent merkezine 7 km. uzaklıkta bir yerleşim birimidir.
İsa'nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmparatoru Konstantinus'un annesi Helena, hac için Kudüs'e giderken Konya'ya uğramış, buradaki ilk Hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabedleri görmüş, Hıristiyanlara Sille'de bir mabed yaptırmaya karar vermiştir. Mihail Arkhankolos adına bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuştur. Kilise asırlar boyu onarımlar görerek günümüze kadar gelmiştir.


Kilisenin iç yapısının üstünde Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe bir tamir kitabesi kilisenin tarihi hakkında bilgi vermektedir. Bu kitabe 1833 tarihlidir. Aynı kitabenin üzerinde ise kilisenin Sultan Mecit Döneminde dördüncü kez onarım gördüğünü belirten üç satırlık bir kitabe daha bulunmaktadır.


Kilise düzgün kesme Sille taşı ile yapılmıştır. Avlusunda kayalara oyulmuş odalar bulunmaktadır. Kilisenin kuzeye açılan kapısından dış nartekse girilir. Burada kadınlar mahfeline çıkan iki yönlü taş merdivenler yer almaktadır. Kilisenin ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde olup, kilise üç neflidir. Kilisenin içerisinde ahşaptan, üzeri alçı süslü bir vaaz kürsüsü ile apsisle ana mekânı ayıran ahşap alçılı kafes bir sanat şaheseridir. Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunmaktadır.



Eflatunpınar


Konya İli, Beyşehir İlçesi, Eflatunpınar Köyü içinde bulunmaktadır. Anıtı 1849'da bilim dünyasına ilk haber veren kişi W.J. Hamilton'dur. Daha sonra F.Sarre ve J.Garstang da bu anıt konusunda kitap yayınlamışlardır.

Anıt, bir su kaynağının kenarında dikdörtgen taşlar üzerinde kabartmalardan oluşmaktadır. Niteliğini kaybetmeyen kabartmalar ön kısmındaki 14 adet taş blok üzerine oyulmuştur. Anıtın ilk planı bilinmemektedir.

Bu anıt diğer açık hava anıtlarından daha küçüktür. Doğal bir kayaya oyulmamış, figürlü blok taşların örülmesiyle oluşmuştur. Su kaynağının yanında bulunan bu anıtın su toplama havuzunun ilk yapılış tarihi henüz araştırılmamıştır.



Fasıllar


Fasıllar anıtı Konya'nın Beyşehir İlçesi'ne bağlı, Fasıllar Köyü'nün güneyine düşen, bir tepeciğin batı eteğinde yatmaktadır. Ramsay bu anıtı Fasıllar adıyla yayınlamıştır. Tahminen 70 ton ağırlığında, bazalttan yapılmıştır. Eserin, işlenmiş olduğu taş ocağına yakın bir yerde bulunması, bu eserin başka bir yer için yapıldığını, fakat her nedense uygun olmayan bu yerde bırakıldığı kanısını uyandırmaktadır. Anıtın üzerinde bir tanrı, iki aslan ve birinci tanrıdan daha önemsiz olan ikinci bir tanrı bulunmaktadır.


Tanrı bir ayağını aslan üzerine, diğer (sol) ayağını dağ tanrısı üzerine basmıştır. Dağ tanrısının hemen yanında diğer aslanın benzeri olan, ikinci bir aslan tasvirine de yer verilmiştir.
Anıtın bazı yerlerinin ayrıntılı işlenmemiş olması, bazı yerlerinin ise çok kaba işlenmiş olması, uzaktan görülebilecek bir yere dikilmek üzere hazırlandığını göstermektedir.


Hititler anıtları genelde doğal bir kayanın bir yönünü düzelterek ve kabartmalarla süsleyerek oluşturmaktadır. Ama Fasıllar anıtında tek parça büyük blok üzerine betimleme yapılmıştır.
Anıttaki figürlerin, Eflatunpınar'daki figürlere ve Alacahöyük'teki orthostatlara benzemesinden dolayı, bunların IV. Tuthalia Döneminden kalma olduğu sanılmaktadır.




Kubad-Abad Sarayı

Ünlü Selçuklu tarihçisi İbn Bibi'nin Selçuknamesi'nde sözünü ettiği, I. Alaeddin Keykubad'ın (1220-1236) emriyle yapılmış Kubad-Abad Saray Külliyesi, günümüze ulaşabilmiş tek Selçuklu saray yapısıdır. Anadolu Selçuklu Devrinde, çevresinde aynı isimle anılan bir şehir teşekkül eden Kubad-Abad, sonraları terkedilmiş ve tarihin karanlıklarına gömülmüştür.


İbrahim Hakkı Konyalı ve Prof. Dr. Osman Turan'ın, sarayın Beyşehir civarında olması gerektiğine işaret etmelerinden sonra 1949 yılında Konya Müze Müdürü Zeki Oral Kubad-Abad'ın yerini bulmuştur. 1952'de Zeki Oral'ın, 1965-1966'da Prof. Dr. Katharina Ottodorn'un ve 1967'de Mehmet Önder'in sondaj ve kazı çalışmalarının ardından uzun süre kendi kaderine terk edilen Kubad-Abad 1980 yılından itibaren Prof. Dr. Rüçhan Arık tarafından yeniden ele alınarak sistemli kazılara başlanmıştır.


Prof. Dr. Rüçhan Arık, Kubad-Abad Saray Külliyesi içinde Küçük Saray'ın çevresini kazdıktan başka, saray külliyesi ile bağlantısı bulunan Kız Kalesi'nde ve Kubad-Abad hinterlandında dahil, Malanda'daki Selçuklu köşkünde araştırma ve kazılar gerçekleştirmiştir.


Bu kazı çalışmalarında, Kız Kalesi'ndeki ana yapı ile insitu çiniler hamam kısmı ve kıyıdaki saray külliyesinin önemli birimlerinden Küçük Saray'ın çevresindeki mimari kalıntılar açığa çıkarılmış; ayrıca, Malanda Köşkü'ndeki sondaj ile yapının mevcut kısmının planı ortaya konmuştur.


Kazılarda Selçuklu Dönemine ait çok sayıda çini, seramik, alçı, cam ve sikke bulunmuştur. Küçük Saray'ın çevresindeki Selçuklu tabakasının altında ise, Eski Çağa ait kalıntı ve küçük buluntular tespit edilmiştir.



Konya, Hadim Bolat Beldesi Astra Antik Kenti


Astra antik kenti, Konya İli, Hadim İlçesi, Bolat Beldesi Temaşalık Tepesi mevkiinde yer alır. Hadim'in kuş uçumu 7 km. kuzeybatısında, Bolat Beldesi'nin 5 km. güneybatısındadır.
Büyük çapta kaçak kazılara maruz kalması üzerine 1966'da bir bekçi ile koruma altına alınmış, Konya Müzesi Müdürlüğü'ne bağlı bir örenyeri haline getirilmiştir. Ancak 1955'de bekçisi emekli olmuştur.


Konya-Hadim karayolu üzerinde Hadim'e 17 km. mesafedeki kavşaktan batıya dönen asfalt yolla Bolat Beldesi'ne, oradan 6 km.lik stabilize yolla At Mevkii'ne ulaşılır. Sonra, dik ve engebeli bir keçi yolunda yaklaşık 4 km. yürüyerek Astra'nın yer aldığı Temaşalık Tepesi'ne ulaşılır.


Astra antik kenti ilk defa 1885'te Sterret tarafından keşfedilmiştir. Sterret sadece yazıtlar üzerinde çalışmış, 7 yazıt bulmuştur. Bu yazıtlardan kentin adının Astra olduğunu tespit etmiştir. Daha sonra bayan Hereward 2 yazıt, 1966'da ise Mitford 16 yeni yazıt bulmuştur. 1992 yılında, birkaç yazıtın okunmasından başka hiçbir bir bilimsel çalışma yapılmayan Astra kentinde Arkeolog Osman Ermişler başkanlığında bir heyet tarafından temizlik ve sondaj çalışmalarına başlanmıştır. Çalışmalar 1993 ve 1994 yılında da devam etmiştir. Kentin planı çıkartılmış, talan edilmiş görünümü kısmen de olsa ortadan kaldırılmış, yapıları tanımlanmıştır; kilise ve auditorium da yapılan kazılar sonucu açığa çıkarılmış; bunların plan ve rölöveleri hazırlanmıştır. Nekropolde iki tipik Isaura karakterli mezar açılmıştır. Kentin kendine özgü bir yönetimi olduğu, Isaura'ya bağlı bir kasaba olduğu yazıtların okunması sonucu kanıtlanmıştır. Açılan seramik fırınından Astra'da Roma Devrinde seramik üretildiği saptanmıştır.



Astra antik kenti, Toroslar'ın kuzey kesiminde, Isaura bölgesinde yer almaktadır. Isaura eyaletinin diğer önemli kentleri Isaura ve Astanada ile bir üçgen oluşturmakta bu kentler Astra'dan çıplak gözle görülebilmektedir. Bir Isauralı zenginin tapınağa yaptığı bağışla ilgili bir yazıt Isaura ile ilişkisini kanıtlamıştır. Burasının Pisidiae Antiocheiası ile ticari ilişkileri olduğu Roma Döneminden kalma iki Antiocheia sikkesinden anlaşılmıştır.


Kent, denizden yüksekliği 1760 m. olan Temaşalık Tepesi'nin doğu-batı yönünde uzanan düz zirvesinde yer alır. Zirvenin ortasında doğu-batı yönünde geniş bir alan şeklinde uzanan agoranın iki kenarında önemli yapılar sıralanmıştır. Etrafı harçsız moloz taşlarla örülü, surla çevrili tepenin doğu, güney ve kuzey eteklerindeRoma devrine ait çok sayıda sivil yapılar ve evler kümelenmiştir. Biri doğuda, diğeri batıda olmak üzere iki nekropolü vardır. Nekropollerde çok sayıda kül kutusu, stel ve mezar aslanı görülür. Batı nekropolünün batısında ve güneybatıdaki Kuralan Tepesi'nin doğu yamaçlarında Bolat Köyü'nün yayla evleri vardır. Harçsız, sıvasız, basit yığma moloz taştan yapılmış toprak örtülü, tek odalı bu yayla evleri 80-100 yıl önce yapılmaya başlanmış, evler yıkılmaya yüz tutmuştur.


Batı nekropolünün yer aldığı Devler Gediği Düzlüğü'nden başlayan yol, Temaşalık Tepesi'nin güney yamacından surun orta kesimine ulaşır. Meyilli ve dar bir yoldur. Kentin giriş kapısının papuçları yerinde kalmış, üst kemeri ve diğer parçaları yerdedir. Kapıdan agoraya girilir. Agoranın güney kenarında çarşı yapısı uzanır, daha sonra doğuya doğru Zeus Astragos tapınağının kalıntıları görülür. Agoranın batı kısmında kapı karşısında iki heroon kalıntısı vardır. Agoranın batı bitişinde yüksekçe ve etrafı duvarla çevrili kale yer alır. Kaleye doğudan kemerli bir kapı ile geçilir. Kalenin kuzey kesiminde ikinci bir tapınak kalıntısı görülür. Bunun bir tapınak olduğu, içinde ele geçen yazıttan anlaşılmıştır.


Agoranın kuzey kenarında, batıda Roma Devrinden kalma bir auditorium yer alır. Dokuz basamaklı, sekiz metre çapında, 2/3 daire planlı auditoriumun doğusuna M.S. 5-6. yüzyılda bir kilise yapılmıştır. Kilise üç nefli bazilika planlıdır. Temizlik sonucu ortaya çıkartılmıştır. Auditorium bu dönemde de kilisenin toplantı yeri olarak kullanılmış olmalıdır. Kentin doğu kapısından doğu nekropolüne geçilir. Doğu nekropolünün doğu kenarında girişi batıdan etrafı avlu duvarı ile çevrili anıtsal bir mezar vardır. İçinde iki lahit teknesi görülmektedir. Anıtsal mezarın kuzeybatı yanında bir heroon görülür. Anıtsal mezarın kuzeybatısında açılan seramik fırını, M.S. 2.-3. yüzyılda Roma Devrinde, burada seramik üretildiğini kanıtlamıştır. Sadece ızgara ve yanma odası ele geçmiştir. Fırında bulunan kap baskıları ve baskılı kap parçaları ilginçtir.


Astra antik kentinde yapılacak çalışmalar arkeoloji ilmine daha bir çok veri sağlayabilir.



Çatalhöyük


Çatalhöyük, Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup, ilçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük, farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Çatalhöyük 1958 yılında J. Mellaart tarafından keşfedilmiş, 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan araştırmalar neticesinde, 13 yapı katı açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme, C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme, ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir.


Çatalhöyük'teki yerleşimin, yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur, her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç, ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır. Evler tek katlı olup, eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar, duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır, sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı, kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise orijinal boğa başı, koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11. tabakada bulunmuştur. En güzel ve gelişmişleri ise 7. ve 5. tabakalara aittir. Bu resimler paleolitik insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır. İnanç olarak avın bereketi için yapılan resimlerdir. Geç döneme doğru duvar resimlerinde ev sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür.


Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ölü gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki şekillerin altına gömülürdü. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet ortaya çıkarılmıştır. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler, renkli taşlar, kesici aletlerden taştan baltalar, deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur. Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün (tapınma) başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış bu heykelcikler 5 ila 15 cm. arasında değişen büyüklüktedir. Şişman, iri göğüslü, büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu özellikleri bolluk ve bereketi temsil etmeleri nedeniyledir. Çatalhöyük'te ele geçen alet ve malzemelerin hemen hepsi taş, pişmiş toprak, baltalar, sığ tabaklar, yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyelerdir. Pişmiş topraktan iri taneli hamura sahip, çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuştur. Ayrıca ana tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmıştır. Kemikten yapılmış kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük'te kullanılan en önemli malzemelerdir.


Çatalhöyük'te 1996 yılına kadar kazı yapılmamış; bu yıldan itibaren İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılara devam edilmiştir. Kazı buluntuları Konya Arkeoloji Müzesi'ndedir. Bunların bir kısmı teşhir edilmiş, diğerleri ise depolarda koruma altına alınmış durumdadır.

0 yorum: